Şu Tanrı, iyi mühendis. Allah için ne yaptıysa epey iyi yapmış, muazzam bir çeşitlilik içinde ve adaptasyon yeteneği yüksek bir evren. Gururla yarattığı insanoğlu da üstün bir organizma ama tabi Tanrı ile kıyaslayınca çok primitif ve zayıf. Yine de inanılmaz bir büyüme gayreti var. Her şeyimiz büyüme üzerine; toprağımız, ülkemiz, hayvanlarımız, servetimiz, şirketlerimiz, çocuklarımız, mutluluğumuz, bilgimiz, binalarımız… Çünkü insanın fıtratındaki o bir olma, Tanrı olma arzusu hep bizi ileri itiyor. Hep büyümeye yönelen insanlık hiç duraksamadan çabalıyor. Ama işte evrende tek olmadığımız için, o çaba ister istemez birbirimizi iteklememiz ve yıpratmamıza neden oluyor. Çünkü hepimiz birer Tanrı olamayız, olmamalıyız ve sadece muhteşem bir harmoni ile hepimiz ve hep birden sadece insanlığımızı büyütmedikçe de hiçbir şey olamayacağız.

Tanrı iyi mühendis ama işte bu durumu yarattığı insanoğluna anlatmaya çalıştığı kitaplarına bakılırsa pek de iyi bir yazar sayılmayabilir. Bu söylediğimi haşa maşa diyerek kendime günah yazdırmadan toparlayamayacağım sanırım ama en azından benim kafamın basacağı seviyenin belki de çok ötesinde olduğu için ben anlamıyorum. 

Onun yazarlık geçmişine bakarak aslında ne demek istediğimi daha rahat ama daha çok günaha batarak açıklayabilirim. Günümüze ulaşan ilk kitabı Tevrat’ta, Tanrı neredeyse bir tarih kitabı yazmış gibi. Oldukça bilgilendirici ve olanları birinci ağızdan anlatan direkt bir tonda bir arşiv kitaptan bahsediyoruz. Kim kimin nesiydi, olaylar nasıl gelişti, kimleri Tanrı görevlendirmişti ve kimler aymazlık içindeydi… Kitaptaki belki de yaratımının güzelliğinin büyüsünde kendi kutsadığı insanların güzel ve sorumlu varlıklar olduğunu anlayabiliyoruz. Bu seçilmiş insanların kendi gücünü, yeteneklerini ve aklını ortaya koymasının arkasında durmuş ve bu çok özel kadroya evren üzerinde insiyatif ve hakimiyet hakkı vermiş. Pek çok insanın gücü ile tanışmasını sağlamış ve bu gücü de iyilik için kullanmasının önemini yüceltmiş. Ancak o seçilmiş insanların varisleri bu -erken gelen- takdiri ve gücü pek de kaldıramamış olsa gerek ki, tüm tarih içindeki önemlerine bakarak canım naifliklerinden kopup zamanla KİBİR’e gömülmüşler.

Tanrı böylece aslında iyi mühendislik ve yalın bilgi aktarımının en iyi seçenek olmayabileceğini görmüş olsa ki aynı mesajlarla ama bu kez daha kolay anlaşılır ikinci bir kitaba başlamış. O tüm tarihlerin en çok okunan ve en etkili yazarı olmasının yanında, okurlarının garip algıda seçiciliğinden rahatsız olmuş olacak, ikinci kitapta çok daha anlaşılır bir dil seçiyor ve hikayelerin de gücünü kullanmak istiyor. Bir öncekinde ortaya çıkıveren yersiz kibri dengelemek için de hikayeler bu kibrin sahiplerinin antagonist olduğu şekilde kurguluyor. Hatta bu da yetmiyor ve aslında insanoğlunun dünya üzerinde ne kadar da aciz olabileceğini yansıtan bir final de seçiyor kendine. İlk kitabın aksine, bu kez esas oğlanın hikayenin sonunda dünyevi tüm zevkleri kaybetmesi ve daha değerli olan bir uhrevi varlığa kavuşması, paralelinde aslında insanoğlunun zaaflarının da açıklıkla yansıtılması kitaba ilkine göre daha büyük bir okunurluk da getiriyor. Ama sonuç… Sonuç yine yanlış anlaşılma ve kitaba dayandırılan bir AÇGÖZLÜLÜK. Kim tahmin eder ki, dünyevi zenginliğin peşinden gitmemeyi öğütleyen bir kitabı okuyanların tüm dünyanın varlıklarına hükmetmeye çalışacağına… İnsanoğlu, İsa’nın hikayesinden sadece haset çıkarmış ve kendi dininden olmayandan daha güçlü olması gerektiği mesajında kalmış, daha fazlasında değil. 

Elbette yazarın niyeti de uygulaması da aslında çok daha iyi, ancak işte insanoğlunun büyüme; omnipotent, omniscient ve omnipresent olma çabası bu kitabın da ilki gibi kötü kullanılmasını da beraberinde getiriyor. Kitabı okuyan ve tanrıya yakın olma hırsı ile yanıp tutuşan ama buna hazır olmayanlar önce sahip oldukları bilgiyi, sonra o bilginin getirdiği gücü ve sonra o gücün getirdiği varlığı silaha dönüştürüyorlar. Sonuçta kitabı okuyanların açgözlüleri, okumayanları ve kendinden olmayanları ezmek için adeta bir ‘Hamil-i kart’ mantığında kitabı kullanıyor.

Bu iki deneme bir yazar için epey rahatsızlık verici sonuçlar doğurduktan sonra üçüncünün ‘oku’ diye başlaması pek manidar. Tanrı bu kitapta yepyeni bir teknik deniyor ve aslında kimsenin bütünsel ve güç yaratacak bir bilgiye ulaşamayacağı bir tarzda, sadece iletilerle dolu bir kitap yazıyor ve bu yeni kodlamanın yanı sıra dinin temeline kitabı okumayı da şart koyuyor. Daha öncekilerden bir başka fark olarak da kitap daha da düşük kavrayış seviyelerini dahi yakalamak için çok direkt bir kullanım kılavuzu gibi yazılıyor. Ne yapılıp yapılmayacağı net, hiç yoruma ya da hikayelerin içindeki mesajı anlamaya çalışmaya gerek yok. Yasaklar var ve yapılması gerekenler var. Hatta bunlar bir kez değil, onlarca kez de tekrarlanarak yazıyor kitapta. 

Ve Tanrı artık görevinin tamamlamış olduğuna emin, kendi mühendislik dünyasına geri döneceğini de açıklıyor artık, ‘bu son’ diyor, ‘bunu da anlarsınız herhalde’… 

Sonuç… Bu kez de TEMBELLİK var kitabın sonunda insanlık hanesinde. Çünkü bu kez insanoğlu bu güçlü içerik karşısında öyle siniyor, öyle siniyor ki doğru ve yanlışı ayırt etmek için dahi aklını kullanmıyor. Öyle ya kitap doğru dediyse doğru, yanlış dediyse yanlış. O ne dediyse o, niyeti ve arkaplanı anlamaya gerek yok. Dümdüz, neyse o. Dolayısı ile din kes derse kes, din öl derse öl, din yat diyince yat ve kalk diyince kalk. Düşünme, üretme, sentezleme, geliştirme, dokunma, bakma, söz dinle… Ben dinin izindeyim diyeni de dinle, o ne derse onu yap, sakın ha günaha sapma. Edep ya hu!

Bu üç kitabın ardından kendi adıma en büyük günahların yedi değil, üç adet olduğunu düşünüyorum; kibir, açgözlülük ve tembellik. Gerisi, yani; şehvet, kıskançlık, oburluk ve öfke duruma bağlı olarak masum ve hatta sevimli özellikler de olabilir. Ancak bu üç günah insanın Tanrı’yı bahane ederek sürdürecekleri ve güçlendirecekleri üç korkunç ve hiçbir iyi yanı olmayan günah.

Bu aralar etrafıma her baktığımda ve her yeni günde de bu üçünü yan yana görüp ürperiyorum; Açgözlülük ve kibirin oyuncağı testembel bir dünya. Açgözlülük ve kibirin oyuncağı testembel bir müslüman alemi. Açgözlülük ve kibirin oyuncağı testembel bir ülke…

Neredeyse 1500 geçti son kitaptan, benim umudum Tanrının kitap formatında değil de kendisinin en iyi yapacağı şekilde belki bir yazılım güncellemesi ile duruma küçük bir müdahale yapması. 

4 thoughts on “İyi mühendis, kötü yazar

  1. *… Düşünme, üretme, sentezleme, geliştirme, dokunma, bakma, söz dinle…"
    sonat kardeşim etme eyleme kitaba iftira etme, kur’an 100ün üzerinde (daha ne olsun!) ayette düşünmeye, sorgulamaya, akletmeye, irdelemeye yönlendirilir. bunları yaparkende kategorik değil analitik davranmaya çağrılır insan… işte sana bir ayet meali: "düşünmeyenleri (ve akletmeyenleri) pisliğe boca ederiz". kuranda düşünmek, sorgulamak, akletmek ibadettir, aksi; hüsrana ve perişanlığa götüren bir eylemsizliktir… vesselam

    1. Ayeti paylaştığınız için teşekkürler. Umarım daha çok Müslüman sizin gibi okuyordur Kur’anı. Benim yazım bir ‘iftira’ değil, bir sorgulama yalnızca… Aynen işaret ettiginiz gibi bazı hadisler ‘sorgula’ diyor, bazıları da ‘kork’ diyor… Hangisi daha sık siz daha iyi bilirsiniz. Lakin benim bildiğim hiç biri ‘sorgulamaktan kork’ demiyor. Kur’an ve Islam Kültürü ayni şey değil maalesef, siz -çok isabetli şekilde- eleştirinizi yaptınız, ama Islam Kültürü o yüz ayeti pek sık onurlandırmıyor dersem yanılmış olmam, değil mi? Dolayısı ile bu durumu sorgulayan ‘iftira’ etmiş olmaz. Ben sormazsam, siz cevap vermezsiniz. Hakikati bulamayız. Sorgulamaktan alıkoymayın kimseyi ki yanlış anlaşılmaları düzeltme şansı olsun İslam’ın. Herkes korkarsa yandık.

  2. korku(tma) insana yüklenmiş harika bir refleks. korkmasaydık; üzmekten, incitmekten, yaralamaktan, öldürmekten (ve dahi öldürülmekten) neler neler yapardık. o ‘korkmadan’ hareket edenlerin sorumsuzlukları değil mi bizi kahreden? gazetelerin 3.sayfa haberleri o ‘korkusuz’ insanların icraatlarıyla dolu. oysa bir kalbi incitmekten korksaydık o kalbi taşıyan bedenin kılına zarar vermezdik… korku beni korur; kendimden korur, ötekinden korur, üstelik ötekini de korur. kitap, korku(tma) ayetlerinin insanı ve toplumu kötülüklerden korumak için olduğunu ifade eder. çok da güzel eder… arap kültürünün, islamla iç içe geçtiği doğru. işte söylediğin ve katıldığım ‘korkusuz’ olacağımız yer tam da burası. kültürü, kitaptan, islamdan ayıklamak!… sonat: "Sorgulamaktan alıkoymayın kimseyi ki yanlış anlaşılmaları düzeltme şansı olsun İslam’ın…" eyvallah. şahaneydi. lakin bilakis sorgula(t)maktı amacım…
    bu yazışma için dip not: bilirsin iletişimin %70i jest v mimiklerden, kalanı söz v yazıdan ibarettir der iletişimin guruları. jest v mimiklerden yoksun tüm bunları yazarken sana karışı hiç bir kızgınlık v öfke içinde olmadığımı bilmeni isterim v selam…

    1. Mimikler eksik olsa insani yani tam yazdıklarınızın, ellerinize sağlık. Umarım bu perspektifinizi daha çok kişiyle paylaştığınız, düzenli yazıp konuştuğunuz bir platform vardır. Nitekim hepimizin daha yapıcı ve barışçıl düşünen iyi insanlara ihtiyacı var ki, iyilik daha da cesaretlensin. Çünkü bence korku sadece iyiliğin önünde engel: kötülüğün korkacak, güçten başka kaybedecek bir şeyi yok. Ama eğer içimizdeki iyiliği-sevgiyi besler cesaretlendirir, öfkemizi-nefreti korkutursak o zaman tam da insanın olması yere geliriz.

Leave a Reply