Cennet teorim bilimsellikten uzak. Mantıklı yaşamaya çalışan kimseye hitap etmeyecek. Benim için ise değerli çünkü ‘evrende hiçbir şey yok olmaz’ saçmalığına inanıp da sonra birilerini gömüverince cennete inanmaya başlayabiliyor insan. Yoksa ya her şeyin bal gibi de yok olabileceği gerçeği ile burun buruna bir ömür yaşayacaksın ya da reenkarnasyona sardırıp ağır mesailer yapacaksın. Ben de öyle zırcahil, testembel ve çocuksu cennet teorimi kurdum ve hop diye içine kuruldum. Yıllar içinde epey de sağını solunu toparladım ama tabi hala bilimsellikten uzak sadece kalbe az biraz yakın bir hal aldı. Ya da ben öyle sandım.
İddiam bir mantıksız varsayıma dayanır. Varsayıma göre tüm filmlerde çocuklara ölümü açıklamaktan kaçmak için anlatılan ‘derin uyku’ hikayesi aslında pekala iyi bir hikayedir. Yani aslında uykudaki metabolizma yavaşlamasının sonsuza ergisidir ölüm. Basbayağı metabolizmanın sıkı yavaşlamasıdır, hiçbirimizin o ruhta hayat olduğunu anlamayacak kadar yavaşlaması…. Buradan da hızla teorimize geçeriz ve deriz ki cennet de o uzun uykuda gördüğümüz sünmüş rüyadır işte. Epey bitmek bilmeyen bir rüyadır. Tıpkı her gece rüyaya dalar gibi ölümde de bir rüyaya daldığımızı düşünün, ve o rüya güzel bir rüyaysa cennetteyizdir, yok hafif kabustaysak cehennemde… Ki öyle kötü başlasa bile bir yerde artık keyifli hale dönebilir, işte o zaman da cehennemden cennete geçiş gerçekleşir. Ruh ne kadar huzursuz uykuya dalsa da rüyasında tüm hesaplaşmalarını er geç bitirecek ve sonra huzura erebilecektir.
Bu teorinin aklı kandırır iki yeri olabilir; öncelikle rüyayı gerçek sanmak epey aslında anlaşılabilir bir durum. Çoğumuz rüyamızda olaylara epey kapıldığımızı biliriz, dolayısı ile hep cennette kalınacak bir rüyadan uyanma gibi bir şansımız olmadığına göre, o rüya kendi içinde epey gerçektir. Öte yandan rüyaların öyle mekansal ya da zamansal kısıtları olmaması cennet fikrini epey heyecanlı duruma getirir. Sonuçta aynı mekanlarda, aynı insanlarla salkım salkım üzüm yeme fantezisinin başımıza gelebilecek en huzurlu gelecek ihtimali olmasındansa hepimiz orada oraya sektiğimiz bir özgür salınımı daha cennetsi bulabiliriz.
İşin en keyifli yanı bu da değil, bu teoride benim sevdiğim şey herkesin kendi bağımsız cenneti olma ihtimali. Çünkü aklım hiç almaz tek bir cennet olması hikayesini. Diyelim ki annem cennetlik bir insan ben değil, peki benim olmadığım yer anneme cennet olabilir mi? Halbuki annemin göreceği o sonsuz rüyada ben olabilirim, benim göreceğim kabusta ise pis bir şeyler… Böyle anne üzerinden anlatınca işin cazibesini anlamıyor insan, şöyle söyleyeyim; deli aşık olduğun ama bir türlü sana varmayan o ruh ikizin hadi bu dünyada sana yar olmadı e bari cennetine olsun değil mi? Ama hepimiz için tek ve toplu bir cennet olursa bu pek de mümkün olmayacak. Bu dünyada seni istemeyen cennetinde niye istesin? Ha tabi öte yandan bu tür dünyevi duyguları aşmadan cennete gidemiyorsak zaten epey kalabalık bir cehennemde buluşacağız ve cenneti pek de yakından tanımamıza gerek yok demektir. Ama umut fakirin ekmeği olduğuna göre, benim umudum cennette tüm özleyenlerin buluşması, sevenlerin kavuşması. Nihayetinde ben kendi cennetimde kimle istersem onlarla olmalıyım, iyi zekat verdi diye orada olacak olan bir sürü tontiş amca ve teyze ile n’aparım ki sonsuza dek? Hadi onlar bir tarafa, bir sürü ailesiz bebek de mi orada olacak? Bu kendi başına çok büyük sorumluluk değil mi?
Şimdi tabi -söylememe gerek yok- teorinin patladığı bir sürü yer de var. En çok kafamı karıştıran konulardan mesela kaç yaşında öldüğüne göre müthiş sıkıcı da olabilecek cennet rüyalarda kalma ihtimali. Yani insan rüya görürken geçmişe dönmez ya, 90 yaşında ölüvermek epey riskli olabilir bu durumda. Ya da 90’ının bilinci ile belki de böyle düşünmeyeceğim. Bakalım… Ya da rüya görmeyen bir takım insanlara ne olacağını açıklayamıyor teori. Daha bir sürü işletim hatası mevcut hikayemizde, olsun.
Teorimi anlatırken Eda’ya, o da hatta bir zaafiyetten şikayetlendi. Reenkarnasyonu açıklayamıyormuş teorim. Onu da çözdük: Eğer çok ciddi kabus görüyorsa ruh ve bir türlü hesaplaşamıyorsa o yaşamında olanlarla, bir başka bedende tüm o kabusun yorgunluğuyla ve bir şans için daha yeniden doğuverebilir. Ta ki ruh kendi kendine huzuru getirmeyi öğrenene kadar, pek çok kabustan ağlayarak bu dünyaya uyanırsın.
İsteyince her şeye kılıf bulunur. Sonuçta keyf benim, teori benim, cennet benim…
Şimdi gelelim bu teorinin küçük promosyonu olan ruh ikizi teorisine. Bu da olabildiğince bilimsellikten uzak elbette. Üstelik ana teori gibi ‘olsa fena olmazdı’ denilecek yanı da yok, epey hatta fena. Bunun çıkış noktası da yine kendi kendime çok verdiğim bir nasihat. Arada kötü bir şey olunca hep derim ki ‘Her işte hayır var, sadece bu hayrın adresi sen olmayabilirsin’. Bu da oradan devşirme bir mantık: Eğer ruh ikizi diye bir şey varsa, o aradığın ikizin pek de senin kriterlerine uygun olmayabilir. Hatta oldukça ters köşe olabilir. Nitekim bu konu pek siparişe bağlı değil.
O yüzden diyorum ki şu hayatta insanın kendine gelen hiç bir sevgiye otomatik cevapla dönmemesi lazım. De ki kedi sevdi seni, de ki çirkin sevdi, de ki cahilin teki, de ki yalancı, de ki sümüklü, de ki fakir… Bi bak, eğer karşındaki karşılık beklemiyorsa, bir daha bak. Eğer hala sevgisinde samimiyse al o sevgiyi ne var… Al bağrına bas demiyorum ki, sevgiyi kırmadan alıver. Onun sana neler kazandıracağını bilemezsin.
O istemediğin sevgi kucağına düştüğü an düşün ki karşındaki her ne olursa olsun, eğer senin ruh ikizinse ve eğer seni tamamlayacak her şeyse…? Bütün olabilmen için tek, yani son şanssa? Hadi sevmeyi beceremeyiz bazen de, ortadaki sevgiyi almaya direnç koymak epey büyük enayilik değil mi? Kim demiş ki ‘ruh ikizi’n sen yaşlarda, bekar, karşı cinsten, lapiska saçlı ve bal dudaklı bir insandır, ya değilse? Köşedeki bakkalsa, pazardaki baklaysa, annenin röfleli arkadaşıysa… Seni tamamlayacak olan en sana benzemeyen, en sana olmayacak olsansa? Kim bilir… En kötü sevilmiş olursun, en kötü iyi hissedersin ve baktın ruhunu tamamlayacak gibi değil yoluna devam edersin.
Bu küçük promosyon teori de şöyle bağlanıyor ana karayla; iddiam odur ki ruh ikizine dudak büküp kaçan her enayi cennetinde de yarım kalacak. Çünkü eksik yatacak o uykuya, yeterince sevilmeden yatacak ve rüyasına köşedeki bakkalı ya da pazardaki baklayı ya da annesinin röfleli arkadaşını yeterince alamayacak… Aldığı sevgiler de o sonsuzu tam doldurmayacak. Şu dünyada onu tamamlayan ve büyüteni bulamadığı için de bir süre sonra cennetinde bile O Ses izleyip portakal soyacak.
Ama işte evrende hiçbir şey yok olmaz ya, değeri bilinmemiş diğer yarım o saf sevgisini hep içinde bir yerde tutacak ve zamanı gelince cennetinde ruh ikizine kavuşacak.
Çünkü keyfim öyle istiyor, teorim öyle diyor ve cennetim rüyamda beni bekliyor.