Bu gece inanılmaz güzel bir dolunay var gökte, dolunay bana iyi gelmiyor ama hakkını da vermem lazım. Bu güzelliğin karşısında her zaman uykusuzluğa katlandım, katlanırım.

Uykum da kaçmışken ayla da bağlantılı bir özrüm var, madem onu itiraf edeyim;

Ey insanlığın aya gidebilmesi için emek sarfetmiş tüm insanlar, onların yalnız ve endişe içinde büyümüş çocukları, ve ikinci elden gururlu torunları… Hepinizden özür dilerim. Siz ki üçyüz seksen beş bin kilometre ötedeki bir rüya için geçenizi gündüzünüze kattınız, siz ki fedakarca ömrünüzü tutkunuza adadınız. Ben sizin insanoğlu ile ilgili inandığınız tüm güçlerin, dirayetin kötü bir antiteziyim, 50 cm’lik mesafeleri bile hayallerine çok görenim.

Denizleri yüzerek aşmış, zirveler görmüş, okyanusları tek başına geçmişler… sizler de bu özrün muhattabısınız. Siz ki güneş altında kavruldunuz, doğaya doğanızla karşı koydunuz. Metrelerce, günlerce, aylarca direndiniz… Benden utanıyor olmalısınız. Ben doğaya değil sadece kendi doğama karşı koyanım, arzuları ile değil arzularına rağmen soluk alanım. Beni affedin, ben sizin utanacağınız o zayıflığı taşıyanım.

Evlerinden kilometrelerce uzağa ses etmeden defalarca gidip gelenler, sevdiklerinden aylarca yıllarca uzakta kalanlar, mecburi yalnızlığı içinde bir fotoğraf üzerine gözyaşlarını dökenler suratıma tükürseniz yeridir. Ben dibimde olana göz yaşını göstermeyenim, sevgimden kudursam da 50 cm mesafede donup kalanım. Elimin değme mesafesinde bile cesaretini doğrultamayanım. Siz hasret çekerken, ben yanındakine dokunamayanım. N’olur beni affedin.

Beni anlamanızı beklemiyorum. Sadece bilin, sadece ne kadar zorlandığımı bilin istiyorum. Bazen o 50 cm’in sadece bir 50 cm değil tüm özgüvenini kaybettiğim anda sıçraman gereken ve 5 metre gibi görünen bir uçurum olduğunu hissedenim. Bazen, altından azgın bir nehir geçerken üzerinde yürümem gereken 5 cm enindeki bir köprü oluverir o 50 cm; bazen yüreğimin içinden geçip sırtımı parçalayarak delen bir kılıç; bazen sesimi öte yana geçirmeyen bir duvar, bazen de  50 km uzakta görünen bir serap.

Ama bazen, ama çok nadiren, tam bir kulaç mesafesi gibi gelir. Tam cesaretimi toplayıp atacak olurum o kulacı ve dev gibi bir dalga alıp beni gerisin geriye sert kayalara vurur. Hatta bazen, ‘kaybedecek ne’n var ki’ derim, dilimin ucuna kadar gelir cesaretim, aniden bir soğuk keser, bir sessizlik bürür her yanımı da dilim donar, elim donar, yüreğim donar, kalırım.

Bazen hiç yeri değildir, yeriyse zamanı değildir, zamanıysa ortam yanlıştır, hepsi doğruysa radyoda bir şarkı çalar: ‘And it breaks my heart to love you’. Bir anda korkularım havai fişekler gibi patlamaya başlar, cesaretim gürültü yüzünden 50 ışık yılı yaşlanır, küser, susar, kaçar.

Ben hayallerinin, çok değil 50 cm uzağından, acı çekenim. Mutlulukla arasınaki 50 cm’i gözünde büyüten, mutsuzluk ihtimalini hep daha yakın görenim. Şu fani hayatta yıllar hızla geçerken bile ölümden çok hayal kırıklığından korkanım.

Ki tanrı biliyor ya, hayal kırıklığı nedir bilirim. Ve bilirim ki hayal kırıklığı da sadece bir kılıçtır yüreğimden geçip sırtımı parçalayarak delen. Sadece kaç santim olduğunu önceden bilemem. Her seferinde farklıdır. Ama hep acıtır, hep dağıtır ve hep iz bırakır.

Sen ki 50 cm uzağında olanları görmezsin, ya çık kadrajdan ya da sapla klılıcını. Tek bir ricam var, sırtımdan sapla ki görmeyeyim ne olduğunu. Tam yıkılırken bana mesafenin azaldığını görmeyeyim, ölürken bari umudumu keseyim. 

Post navigation

Leave a Reply