İki kapı vardı. Biri dışarıdan, ikincisi içeriden açılıyordu. İlkini açmadan önce iki kapı olduğunu bilmek mümkün değildi, ya da ikinci kapının dışarıdan açılamayacağını bilmek. Aslında, şu anda bile kesin bir yargıya varabilmek imkansız. Belki başka kapılar da vardır. Belki de her biri farklı kilit mekanizmasına sahip sonsuz kapı vardır. Belki ikinci kapı istediğime ulaşmadan önce çözmem gereken ikinci bir faz değildir. Belki ulaşmam gereken yer bu eşikti. Belki ikinci kapının açılması gerekmiyor.

Sonuçta şu anda varabileceğim hiçbir sonuç mutlak ya da rasyonel değil, sadece duygusal hipotezler. İki kapı vardı, ben sadece ilkini açabildim. İkincisini açamazdım, vazgeçtim. Vazgeçmek de değil bu, önünde çaresizce kalakaldım. Şimdi ardımda tüm çabamla, terimle, arzumla, inançla, umutla zorlayıp açtığım bir kapı var. Geriye dönüp oradan geldiğim gibi çıkmak ve hatta gururlu bir insan gibi onu arkamdan kapatmak fikri ve kararı hayatımın en zorlu mücadelesi şu an.

Garip bir yenilgiye, sonuca ulaşamamış bir çabaya kim saygı duyar ki. Beyhude, vakit kaybı… Kayıptan da öte yıpratıcı, iz bırakacak ve acı bir son. Kendime kızamam, ikinci kapının varlığını bilemezdim. Bir yandan da kızıyorum, çünkü sonucun bu kadar kolay elde edilemeyeceğini söyleyip dururdu içimden bir ses. Hiç dinlemediğim o ses fazlası ile pesimist olmaktan suçlu bulunmuştu ve ağır cezalar almıştı. Gıkı çıkmıyor artık lakin bu hezeyan sonrasında da içimdeki ikinci en gür sesi onun yerini almaya mahkum ettik. Bundan kelli yaşanacak tüm maceralarda o kıracak şevkimizi. Aslında tabi ki cezalar umut verici bir rol oynamıyor hayatımızda, sadece varlar, bir faydaları yok. Hukuk, cezaların caydırıcı etkilerinden söz eder. Çünkü hukuk, gözü dönmek ne demektir bilmez. Hukuk, çaresiz zamanlarımızda başınızı okşayıp göz yaşlarınızı silmez, size iyi bir gelecek ya da daha iyi yaşam şartları veremez, eğlendirmez ve hatta uyuşturamaz bile. Sadece oradadır, caydıramazsa da cezalandırır. Cezalı gür sesim kedi gibi oldu bu sayede, cezasına itiraz bile edemediği gibi yeni görevini de başarıyla sürdürebilmek için motive olmaya çalışıyor. Bu da bir şekilde artık caydığını gösterir, çok geç de olsa.

Şimdi bu iç hesaplaşmalar ikinci planda zaten. Asıl önemli olan bir sonraki adımda ne yapmamız gerektiği. Bu kararı alırken etraflıca düşünmeye çalışıyoruz, bunun sadece bir tek adım olacağını düşünmek çok ahmakça olur. Bu bir dönüm noktası, ileriyi de etkileyecek çok ciddi bir karar aslında. O yüzden içeride çok büyük tartışmalar yapılıyor. İşin felsefesinden en temel duygusal ihtiyaçlara kadar her boyutta değerlendirmeler sürüyor. İlk ortaya atılan öneri; derin bir nefes alıp, gözleri sıkıca kapayıp uzun bir adım atmak, sonra da arkaya hiç bakmaksızın kapıyı öylece itivermek yönündeydi. Fakat bu öneri konservatif yapı tarafından şiddetle reddedildi. Gelenekselciler, ortalığı bir sürü ciddi argümana boğsa da hepimiz biliyoruz ki her şeyin ötesinde, onlar gerçek bir ritüel peşinde. Onlara göre uzun süren bu çabanın sonunda, onurlu bir biçimde ve yüksek sesle yenilginin kabulü gerekiyor. Eşikte çekilme kararının anons edilmesini takiben, kararlı adımlarla, omuzlar dik olarak ve hiç gözümüzü kırpmaksızın geriye dönüp ilerlemeliyiz. Dışarı çıktığımızda güçlü bir gülümseme ile kapıyı özenle kapatmalıyız. Özellikle varoluşçular ve anarşistler bunun son derece yapay, gereksiz ve uzun dönemde yıkıcı bir öneri olduğu görüşünde hemfikir. Doğulu filozoflar da herhangi bir adımdan önce ruhun terbiye edilmesi ve dinginleştirilmesi gerektiğini, hazır olunduğunda ruhun mekanı doğal yollarla terkedeceğini savunuyorlar, özellikle de ‘kapı kapatmak’ gibi simgesel davranışların gelişime faydası olmayan, küçültücü, anlamsız ve çiğ oldukları konusunda diğerlerini iknaya çalışıyorlar. Genel olarak tüm ekoller, gelenekselciler de dahil, bu fikre sıcak baksalar da varoluşçular beklenenin aksine bu argümana şiddetle karşı durdular. Sebat kisvesi altında acı içeren hiçbir metodu, hiçbir şartla kabule yanaşmayacakları beyanatında bulundular. Aynı dönemlerde bazı köstebekler varoluşçuların, geleneksel kanadın şiddetle reddettiği, korkakça ve alçakça olarak nitelendirdiği ilk bahsedilen yönteme yatkın olduklarını ve bu yönteme yakın çözümler haricinde hiçbir çözüme prensipte sıcak bakmayacakları bilgisini sızdırdı. Diğer taraftan anarşistler, sürpriz bir öneri ile ortaya çıktılar. Şimdiye kadar varoluşçularla birlikte ve onlarla paralel görüş bildiren grup, bedeni eşiğe kapatmayı öneriyor. Açık olan kapıyı içerideyken kapamanın, asıl harekete geçmesi ve domine olması gereken duygu ve istekleri açığa çıkaracağını savunan grup, böylece gidilecek yönün konvansiyonlarla değil gerçek arzu ve ihtiyaçlarla belirlenebileceğini savunuyorlar. Yön seçimi, bir karardan değil ancak bir ihtiyaçtan doğarsa tüm duyuların birleşeceğini, tek ve mutlak bir yöne doğru vücudu ilerleteceğini, hangi kapının açılması gerekiyorsa o kapının inançla açılabileceğini, hatta onu yokedebilecek gücün de var olduğunu savunuyorlar. Yanısıra önyargıların terkedilmesini talep edip, eşikte yaşamanın da zevkli ve mutluluk verici olabileceğinin de ısrarla altını çiziyorlar, bunun en kötü sonuç olmayacağını belirtiyorlar. Doğu felsefesine yatkın olanlar, sadece bedene ve ruha zarar verebilecek, işkence ögeleri taşıyan bu tip bir kararın çok bilinçli olarak verilemesi gerektiği yönünde yorum yapıyorlar. Gelenekselciler, bu öneriyi gülünç bulduklarını belirtiyorlar ve destek vermiyorlar. Varoluşçular da yukarıda belirtilen prensiplerini tekrar hatırlatmakla yetindiler.

Felsefi tartışmalarla ilgilenmeyen veya bu tartışmaları anlamayan gruplar da örgütsel yapılar oluşturarak çeşitli bildiriler yayınlıyorlar. Bir grup, teoriler ve tartışmaların hiçbir zaman organizmaya yararı olmadığını geçmiş örneklerle ispatlama çalışan bir bildiri sundular. Şu anki tartışmalara yol açan tüm önceki kararların da teorisyenlerin dayatmaları olduğunu öne süren grup, organizmanın teorisyenler tarafından, belki de bilinçli olarak, şiddetli bir buhrana sürüklendiğini öne sürüyorlar. Halkın gevşeme ve stresli yaşam şartlarından kurtulmak arzusunda olduğunun, ancak bu şekilde sağlıklı kararlar verebilecek bir organizmaya kavuşulabileceğinin de belirtildiği bildiri, çok ciddi bir itham ve taleple sona eriyor; “Dış dünyanın dinamiklerini teorilerinin içine yerleştirmeyi beceremeyecek kadar kıt beyinler, bizi sadece yalanlar aleminde dolaştırırlar. Asla ayaklarınız yere basmayacak, artık geri çekilin.” Bir diğer aktivist ve eylemci grup da herkesi tüm gücü ile ikinci kapıya saldırıya davet ediyor. Bu mücadelenin sanıldığı gibi yel değirmenlerine karşı bir mücadele olmayacağını, geçmişimize, geleceğe ve elimizden alınanların hatırasına karşı borçlarımız ödemenin vaktinin geldiğini belirtiyorlar. “Belki, sonuç alınamaz”, diye ekliyorlar, “Ama kim gerçekten sonuca ulaşabilecek bir fikir sunuyor ki size?”. Bu grubun, anarşistlerce desteklendiği görüşü ortaya atılsa da anarşistler bunu resmen doğrulamıyorlar.

Akademik çevrelerin duruma bakışı ise beklendiği gibi yapıcı ve yaratıcı olmaktan uzak kaldı. Akademisyenler, gelinen noktanın projenin sonu olarak görülmesi gerektiği, ısrarla devam etme çabalarının umutsuz çabalar olacağı konusunda görüş bildirdiler. Durumu bir felaket olarak değerlendirmenin de doğru olmayacağını, organizmanın, daha önce yaşadığı tecrübelerin de yardımıyla, çekilmeyi ve yenilginin kabulünü tolare edilebileceğini belirttiler.

Bu ana grupların yanında pek çok da küçük varyasyon var. Benim, tüm bu tartışmaların arasında en çok sevdiğim eylem önerisi ise üniversite öğrencilerinin oluşturduğu bir küçük bir oluşumdan geldi. Bu gençler, internet üzerinden gönderdikleri bir elektronik posta zinciri ile kapıyı çalmayı öneriyorlar. Ancak tabi büyüklerin işgal ettiği platforma sesleri ulaşmadı bile. Ulaşsa bile böyle basit bir teklifin onların hasta beyinleri tarafından algılanma ihtimali yok. Hiçbir cephenin beyni özgür çalışmıyor. Belli disiplinler ve sınırlar arasında, hep aynı kriterlerle değerlendiriliyor her şey. Her sadece bir kez yaşanacak, her en özel, her en değerli şey… Malum, bin yıllık itibarlara gölge düşürme korkusundan çıkan bir ‘21. Yüzyıl Her Ölçütte Kendine Yetebilme Çabası’ ve sonunda sevgiyle bağlanılan yalnızlık, içine düştüğümüz Robinson sendromu.

Görünen odur ki bu tartışmalar, daha epey sürecek. Böyle bir belirsizlik, böyle bir güvensizlikte kah ileri kah geri adımlar atacağımız, sıkıntılı bir bekleyiş dönemi var önümüzde. Buhranlar, hezeyanlar, sinir krizleri, salya sümük ağlayışlar, nefes alamayışlar da doğal sayılacak bu dönemde. Tecrübe ile sabittir ki, iddia ediyorum; arada bir grup sanatçı ortaya çıkacak ve ‘İkinci Kapının Ardındaki Dünya’ fikri ile yeni bir akım doğacak, bu akım önce sanatın her türlü alanına, sonra da modaya, medyaya ve genel trendlere yansıyacak. Kapının ardındaki hayata dair kel kör umutlar ve hayaller yeşerecek. Bu hayallerle zıvanadan çıkmaya yakın, gelişmelerden tedirgin olan konservatif çevreler, ikinci kapının ardında başka kapılar da bulunduğuna dair bir takım deliller ve bu delilleri destekleyecek şahitler yaratıvercekler. İkinci kapının ardındaki yepyeni felaketleri işaret edecek teorilere çanak tutulacak ve ortalık iyice bulanacak. Huzur bir gelecek, bir gidecek. Onurlu ya da büsbütün ahlaksız tek bir temiz karar verilemez hale gelinecek. Bir o yana bir bu yana, öylece, kendini bilmez bir halde, tüm kişiliğini yitirip dönenip duracak beden… ve beyin… ve ruh… ve etrafında tüm hayat.

Bu noktada, nihai karar verici olarak duruma el koymam gerekiyor. Geçmişimde biriken tüm birbirine benzemeyene tecrübelerle, çok daha olgun ve makul bir yol belirlemeliyim. Kafamı tüm bu safsatalardan çıkarıp ilk paragrafa dönüyorum; bence sadece iki kapı var. Birini açabilmek için ciddi bir mücadele verildi ama ardından ikinci bir kapı çıktı. Bu yeni kapıyı açabilmek mümkün gibi görünmüyor. Belki nasıl açılabileceğini düşünebilmek için biraz daha vakte ihtiyacım var ama bu tamamen faydasız olabilir. Ötesinde, açılamayacak bir kapıyı açma yolu bulmaya çalışarak geçireceğim zaman ve çabanın fırsat maliyeti, düşündüğümün çok üzerinde olabilir. Bu yönde bir karar rasyonellikten çok uzak. Diğer taraftan, eğer vazgeçip dönüp gidersem –ki kapının tekrar kapanıp kapanmaması gerçekten önemsiz- bu noktaya tekrar dönüş yok. Belki de hayatımın en büyük hayaline hem de bu kadar yaklaşmışken vazgeçmiş olma fikri beni asla bırakmayacak. Pişmanlık; ölüm kadar soğuk. Kimse bir kapı açmış olduğum için beni avutamayacak.

Kapıyı çalıyorum… Kapıyı çaldım. Bekliyorum. Kapıyı, yeniden, daha güçlü çalıyorum. Kapı çok kalın olmalı. Biraz da tekmeliyorum. Bekliyorum.

Kimse açmıyor.

İçimdeki kedi sesten bir öneri bekliyorum. Caymış sesten bir çıt çıkmıyor. Ardıma bakıyorum, birinci kapıya ve gerisine. Adım atmak içimden gelmiyor. İkinci kapının önünde, zar zor durabildiğim bir eşikte öylece duruyorum. Başka öneriler, başka fikirler, başka duygular bekliyorum. Kapı kapalı duruyor. Katı ve soğuk duruyor. Kaba ve ruhsuz duruyor.

Post navigation

Leave a Reply