Bu iş artık canımı sıkmaya başladı. İnsanı uykuya yaklaştıran bir yumuşak hayalden çok kafasını kurcalayan bir takıntı oldu. Kafamı uzaklaştırmak için içtiğim bir kadeh şarabın ağzımda bıraktığı tadı sigarayla bastırdığım, dilimdeki sigara tadını kahveye buladığım, kahvenin acısını, çikolataya sardığım, çikolatanın bayıklığını suyla yıkadığım zamanlarda bile tüm bunlar on dakika sürüyor ve sonra beni yine kafamdaki sen bekliyor. Kafamdaki sen, sanki her zaman orada olmuş bir doğum lekesi. Hani bir efsane vardır, annen hamileyken bir şey çalarsa o sana doğum lekesi olarak döner diye…

Bu takıntımı onun günahına saysam ve artık bu durumla barışsam? Savaşma arzularınla diyor bir bilen, orada kalabilir sadece hayallerin gerçekmiş gibi yaşama hayatı. Ki bu daha zor, hayatı yumuşatmak için var olan o hayalleri bir de hayatın içine katamadıkça daha çok acıtıyor. Çünkü hayal olduğuyla yüzleştiğin bir şeyin erimediğini, kaybolmadığını ve susmadığını farkettiğinde hayalinin bile senin kontrolünde olmadığını farkediyorsun. Peşimi bırak diyorsun, gerçek hayatıma geldik. Ama o hala orada. Bırakmıyor. Sen zaten bırakmasın istiyorsun içten içe, gerçek hayat çünkü sana umut vermiyor. Gerçek hayat çünkü senin etrafında dönmüyor.

Kafamdaki sen çok eski, belki senden bile eski hayatımda. Senden öncekileri ve tüm hayalleri alıntılamış bir yanı var. Sen değilsin belki de kafamdaki bir vücut arayan bir derleme ruh. Senden sonra belki başka bir vücut bulacak, belki de bir sonrası daha büyük bir takıntı olacak. Belki sadece sana benziyor, belki hiç sen olmadı. 

Yine de seni görünce takılan bedenim, karışan zihnim, beceriksizleşen dilim bu teorileri içselleştiremiyor belli ki. Belli ki tüm göstergelerimi şaştıran bir magnetik alan var orada, belli ki evrimleşmiyor aşık… Belli ki yatıştırmadan alıştırılmıyor.

Uzun bir yolculuğa çıkmadan önceki boğazımdaki serseri telaş gibi seni görmek. Her seferinde. Tüm bedenim kokunu almamak için geri geri giderken sana doğru yürümenin verdiği gerilim sadece beni kızdırıyor. Rahat ol diyorum kendime, parfüme bastırılmış o koku ve rahat ol diyorum evden uzaklaşsan da dönecek yerin var, korkma. Sen durgunsan sorun yok, nabzım normale dönüyor ama eğer kahkahan patlarsa kulaklarımda her yer alarm. Kahkahan tüm duvarlara çarpıp defalarca bana geliyor. Tüm dengelerim bozuluyor, tüm dengelerim bozuluyor. Cılız sesim bir kör kuyuya düşüyor, suya değil sadece çürümüş toprağa değiyor. Orada sönüveriyor. 

Umut aç kalmaya dayanıklı bir hayvan. Umut imkansızdan da anlamaz, gerçekle hayalin farkından da… Öyle sanıldığı gibi parlak mavi bir duygu değildir. Umut bazen vişne çürüğüne döner, bazen çirkin bir griye. Daha da kötüsü umut ne yapacağını hiçbir zaman bilmez, hep bir tesadüflere muhtaçtır. Hep bağımlıdır, hep oturduğu yerde sabırsızlanır, sızlanır. 

Eğer umudun gerçek hayatla zerre kadar alakası yoksa da sahibine bir kadeh daha şarap içtirir. On dakikası vardır sahibin dinlendirmek için umudunu.

Post navigation

Leave a Reply