Beni sefil ettin ve sonra da gözden çıkarıverdin. Bu en kolayıydı. Anlıyorum. Üstelik mutlusun, üstelik ne çok mutlusun ki benim de mutlu olmam gerektiğini varsayıyorsun. Bu neden yazdığımı bilmediğim ve sonunda da hiçbir şey yazamadığımı düşüneceğim kimbilir kaçıncı cümle. Seni özlüyorum ve hislerimin herhangi bir tarifi yok sana anlatabileceğim. Zaten artık dinlemiyorsun. Beni suçlamıyorsun, beni cezalandırmak istemiyorsun, sadece artık bana tahammül edemiyorsun ve ben bunu bilmekten nefret ediyorum.

Çer gibiyim, çöp gibiyim. Hiçbir zaman hiç sevilmemiş gibiyim. Adam olmayacağımı biliyorsun. Bu kadar olduğumu, ötemin, berimin, sağımın, solumun belli olmadığını biliyorsun. Benim, ben gibi bile olamadığımı biliyorsun. Hiç kimse olduğumu ve böylece kalacağımı. Beni seçmedin, demek ki her şeyi benden iyi biliyorsun. Benim kendimi seçmeme şansım yok.  

Beni terkettin. Geri dönmezsin biliyorum. Öylece bitti. Öngörüldüğü gibi. Şimdi ise tüm sorumluluğu üzerime alıp istediğim kadar rahat sevebilirim seni. Beni bir daha üzemezsin, beni yine terkedemezsin…

Güle güle, canım….

Ben de artık biraz kendimi düşüneyim. Ne yapmam gerektiğini…. Nasıl yapacağımı…. Şu içimdeki duyguyu nasıl bana zarar vermesini önleyerek yaşatacağımı. Benim içimden doğduğu için gurur duyduğum, gözüm gibi yıllardır koruduğum, sağlam durması için her şeyi yapabileceğim o duygunun şimdi bu hale düştüğünü düşünmek bir garip hissettiriyor beni. Onu korumak zorundayım. Aksi o kadar haksızlık ki her şeye. Öyle yazık olur ki… Ne yapacağım, bir anda tam tersini mi söyler olacağım inandıklarımın? Ne diyeceğim; “Pardon, duygu huzmesi, seni ben yarattım biliyorum ama artık ihtiyacım yok, istediğin bir yere gidip yok olabilirsin”, ya da kinimi ondan alabilirim; “Seni iğrenç, kalabalık, duygu seni! Artık seni korumak için bir nedenim kalmadı! Neden besleyeyim ki seni bundan böyle, artık işime yaramazsın. Benimsin, her şeyinle. Sana istediğimi yaparım. Hiçkimsenin, duyuyor musun, benden başka hiçkimsenin umrunda değilsin!

Seni ne yapacağım biliyor musun? Önce kıtır kıtır keseceğim. O koca cüsseni günden güne ufalayacağım. İyice zevkini çıkararak, seni santim santim yok edeceğim. Yok öyle, bir anda öldürdüm bitti olmaz. Ömrümü  yedin ve karşılığını da ödeyeceksin. Ne kadar günde büyüttüysem seni, say bak, aynı gün sürecek ufalamam. Her eklediğim parçayı tek tek alacağım senden. Acı çekeceksin ve benim gibi acı çekerek tükeneceksin.

Asla merhamet dileme benden. İnsanlığın hiçbir döneminde görülmeyecek bir vahşeti çekeceksin. Zavallı, hiç mi suçun yok, çok mu masumsun? Anlatma bana bunları, biri cezayı çekmeli ve ben seni seçtim. Neden? Çünkü kimse yokluğunu farektmez be bok çuvalı, kimse seni aramaz. Kimse izini bulamaz, bulsa bile umursamaz. Sanma ki terkedildim diye seni de yollara atacağım, ya da kendimle birlikte her yere taşıyacağım. Yok ya, ben nasıl unutacağım peki? Taş mıyım ulan ben, insanım be insan. Bana yapılan haksızlığın karşısında sesimi bile çıkaramıyorum, hiçkimseye anlatamıyorum. Bir de yanımda mı taşıyacağım, bir de acıyacak mıyım? Neden; çünkü biz medeni insanlarız, yirmibirinci yüzyıldayız, okuduk ettik, önemli olan arkadaş kalabilmekti, yapılan hatalardan ders alıp hayata devam etmek lazım, biterse bitsin en azından eğlendim diyebilmeliyiz, bir de cinayette bile hafifletici sebep sayılabilen orta yaş diye bir şey var, kanser gibi illet, aşısı da tedavisi de yok , allah düşmanımdan saklasın, ne olacak üstelik insanoğlu her şeyi unutur, bir dönemdir geçti dersin…. Yok ya! Medeni filan değilim kardeşim ben. Medeniyet zaten her neyse ömrümde bir tek böyle dönemlerde karşılaşırım bu icadla. Yok değilim ben medeni, arkadaş canlısı da değilim, anlayışlı hiç değilim. Ailem zorla okuttu beni, bana bıraksan küçük yaşta katil olurdum. Hiçbiri değilim o söylenenlerden. Dokunmuyorum o haine, o da sadece tanrıya inancımdan. O kendi mahvedecek kendi hayatını, tanrı biliyor ya, o kendi mahvedecek kendi hayatını. Ben de geçip karşısına geçip medenice gülümseyeceğim:

– Afedersiniz, diyeceğim, pek iyi görünmüyorsunuz. Bir şeye ihtiyacınız var mı? Lütfen hiç çekinmeden isteyiniz. Böyle bir durumda iyi bir arkadaş gibisi yoktur derler. Bakalım size yardım etmeyi becerebilecek miyim. Sakın merak etmeyin, yıllarca arkadaşlığın tahsilini yaptım ben. Dünyayı dolaştım tahsilimi tamamlayabilmek için. Ne mutlu bana ki, bu konuda meslektaşlarım arasında ismim hayranlıkla anılır. Dünyaca ünlü tüm hatalarımdan dersler aldım. Yeri geldikçe eğitimimi pratik etmeyi çok seviyorum ve şu anda da sizinle bu anı paylaşmak için de can atıyorum. Lütfen anlatın bana, acı çekiyor musunuz? Bir saniye, size yardım etmeye çalışayım…. Ah, yanlış bir şey yaptım galiba, doğrusu sizi ağlatmak değildi niyetim. Tanrım, çok acı çekiyor olmalısınız, ne yazık. Size yardım edemediğim için çok üzgünüm. Doğrusunu isterseniz hiç şaşırmadım. Bu günlerde biraz perişanım doğrusu. Çok büyük bir illet varmış başımda, beynimde ileri safhada bir orta yaş krizi tespit ettiler. Çok hızlı büyümüş, daha önce farkedememişiz. Neyse ki tıp çok gelişti, tedavim sürüyor ve illetten de tamamen kurtulmak üzereyim. Nüksedebilirmiş ama doktorlar böyle bir korku ile yaşamam gerektiğini, tamamen bu illeti unutmam gerektiğini söylediler. Ben de gerçekten unutmuş olmalıyım ki, bakın yine yaptım. Size zarar verdim. Çok pardon. Ah, çok alemim, yine fazla kibar oldum. Sizin zaten bana kızabilmek gibi bir şansınız yok ki kuzum. Herkes bilir bunu, bu döneminde insanların yaptığı hiçbir şeye kızılmaz. Doğrusu hiçbir medeni insan da bu tür durumdaki birine anlayışsız davranamaz. Şimdi kalkıp gidersem de kabalık etmiş olurum, madem öyle, siz acı çekedurun, ben sizinle arkadaşlık etmeye devam edeyim yanıbaşınızda bari.

Anladın mı kinimi? Medeni bir insan olarak seni yok etmek zorundayım sefil duygu. Ne yapayım ben seni ha, ne yapayım? Parçalarını tek tek ipe dizip kurutsam mı, seni unufak edip tozunu rüzgara mı savursam? Bilmiyorum ki ne yapsam, defalarca yok etmek istiyorum seni, bir defa değil, geleneksel olarak her yıl, hatta yılda bir tek günü beklemek de yetmez aklıma her geldiğinde elime alıp seni defalarca parçalamak istiyorum. Tabi bir defa ölmek yetmez sana, sürünerek ölmen de beni kesmez… Bilmiyorum ki…

Mesela seni ellere satayım. Tabi ya, her basit şey gibi satın alınabilir ol. Seni istersen küçük, süslü kutulara koyup 14 Şubat’larda sokaklarda dağıtayım. Her insanın elinde olsun senden bir kutu, ya da hiç soğukta uğraşmaya değmez, Sirkeci’de seni kilo kilo satayım. Bir parçandan boncuk yapayım, öte yanından yastık doldurayım, yapma çiçek yapayım… Seni ucuz bir duygu gibi ortalığa atayım. Ucuz bir duygu ol, orospu ol, rezil ol… Ama ölme… Sürün… Her gün, her gece, bin kere.

O da görsün seni sokaklarda, soğuk sokaklarda, basit sokaklarda görsün gelecek sefer. Orada üşürken görsün, orada çaresi, sahipsiz, kimsesiz görsün. Gelsin bana sorsun hesap vereyim:

– Biliyorsun, artık işime yaramıyordu. Birleşik Devletler gibi medeni yerlerde garaj satışında satılır böyle şeyler biliyorsun, para dahi etmeyecekse çöpe atıyorlar. Öyle saçmasapan şeylerle hayatlarını kalabalıklaştırmıyorlar yani. Ben de düşündüm de artık bu duygu kimsenin işine yaramaz. Atmaya da yüreğim elvermedi doğrusu. Ne de olsa, en azından aramızda bir arkadaşlık var. En azından ona önem verecek birilerinin işine yaradığını bilmke seni de beni de gururlandırır. Satmadan önce soracaktım ama sonra arkadaşıma güzel bir sürpriz olsun istedim. Üstelik tam o sırada Orta Yaş Krizindekiler Derneği’nden çok iyi bir fiyat aldım, sattım gitti. Yanlış anlama gelirinde gözüm yok, onu da bağışladım zaten. Tüm para eğitime muhtaç çocuklara gidecek. Doğrusu, ben sevineceğini düşünmüştüm, buna alınacağını hiç tahmin etmemiştim. Hata ettiğimi düşünüyorsan lütfen söyle. İstiyorsan kızabilirsin, rahat ol. Bu saatten sonra, geri dönüşü yok tabi ama en azından bana iyi bir ders olur.

Korkuyorsun benden değil mi, tabi ya, her zaman sana merhamet edeceğimi düşünmüştün. Kıyamaz kendi duygusuna diyordun. Öyle bir kıyarım ki. Bundan böyle ben her şeye kıyabilirim var ya. Yok öyle limitsiz arkadaşlık, dostluk, dürüstlük, aşk, romantizm filan. Adinin teki olacağım gözüm kör olsun… Ulan senelerdir, ayakta tüketiliyorum be. Hala “Arkadaşlığını kaybetmek istemiyorum” diyor… Arkadaş dediğin kim ki? Ya kendine ait bir zevki yoktur senin tercihlerini tüketir; hayatında doğru karar verebilecek bir birikimi yoktur sen akıl verirsin o kitap gibi hep doğruları yapar; espri yeteneği yoktur seninkileri ilk duyuşta ezberleyip kamusallaştırır; dinleyeni yoktur sürekli bir tek senin kafanı şişirir. Kim kaybetmek ister ki böyle köleyi, bedava hizmet… Arkadaş olacağız ya, bu aralar her telefonunda hatırımı soruyor: “Ee, sen neler yapıyorsun?”… Umurunda mı pardon?… Perişanım. Bu konuda yapabileceğin bir şey var mı?…  Bu arada bu kelimeye de bir an acıyıverdim. Perişan ne güzel kız ismi olurmuş memleketim kültüründe, kökeni ne bilmiyorum ama öyle serfesil bir kelime oluvermiş. Yazık…

Neyse… Ne anlatıyordum ben?

 

Leave a Reply