Anlatamıyorum seni. Hiç kimseye seni anlatamam. Çünkü…. Çünkü ben, kimseye Norveç’te yetişen bir dut ağacının, sonbaharda güneşi yapraklarının arasında saklarken, hangi renkleri yansıttığını da kimseye anlatamam. Çünkü Norveç’te dut ağacı güneşi yaprakları arasında nasıl saklar, sonbaharda sözkonusu ağacın yaprakları var mıdır, hatta zavallı dut ağaçlarının herhangi bir familyası Norveç’te yaşar mı, Norveçce diye bir dil var mı, var ise onlar (yöre halkı) bezgin dut ağaçlarına nasıl hitap ederler bilmem. Ben Norveç’i hiç görmedim. Hiç bilmem. Ve dahi dut ağacını dalında meyveleri sarkmadıkça diğer melun ağaçlardan da ayırt edemem. Edemem… şu an zaten Norveç’in başkentini dahi hatırlamıyorum. Yanısıra, tüm bunları bilsem bile ben dut sevmem. Dut ağaçları ile ilgili hiçbir şey yazmak istemem. İstedim diyelim, Norveç dutları güzel olsun mesela (burada güzelden kastım ‘bana hoş gelen’dir.Yoksa yerli dutlara ve diğer damak zevklerine bir garezim yok) yazamam. Nasıl yazarım ki. Sen bile, buraya kadar dayanabilmek için bu aptal yazıya, yatağında üç kez debelendin, biraz zevklendirebilmek için okuduklarını bir koca tabak sulu erik aldın yanına. Oldu mu? Olmaz. Bir de düşün ki adını dahi hatırlamadığım saygı değer bir başkenti olan o güzelim memleketin, leziz dutlarını yetiştiren dut ağaçlarının, güneşle yapraklar yolu ile nasıl fingirdeştiğini yazmaya çalışıyorum. Felaket. Yazabilsem de yazmam zaten. Norveç üstadları yazsınlar bunu, bana ne? Onlardan daha iyi kim anlatabilir ki bu fingirdeşme hadisesini. Hoş tabi, bir Türk’ün yazması daha iyi. Hem hadiseyi yazar, hem de anında Türkiye ve Norveç dut ağaçları arasındaki nüansları belirler. Çok da hoş olur. Ama bir Kuzey Kore vatandaşı bununla ilgilenir mi bilmem. Bu yazarın tekniğine de bağlı tabi. Bazı yazarlar vardır, ne yazsalar okunur. Ama benim gibi aptal bir özenti intihar mektubu yazsa bile okumaya sabrı yetmez hiç kimsenin. “Ölsün o zaten”, der mektubu atarlar. Hatta, bazen öyle korkarım ki, öyle bir an gelse, ben ölmeye karar versem, bir mektup yazamayacak mıyım? Artık nasıl yazarım? Ölüm mektubumun bile biçareliğinden eminken, o an nasıl karar veririm? Kime yazarım? Kimin anlayabileceğine güvenebilirim? Sen? Annem? Sana yazsam hiç eline ulaşmaz. Çünkü, adını bir yere yazmadığım sürece, seni kimse tanıyamaz, tahmin edemez. Peki sen niye varsın? Niye sen? Senin için ölsem bile bilmeyeceksin. Çünkü, anlatamadım seni hiç kimseye. Zaten ben bile anlamadım. Oslo?

Post navigation

Leave a Reply