Soğuk ve kesici bir aletti elinde tuttuğun. Bir çocuğun elinde tutmasının yasak olduğu bir bıçak; parlak ve keskin… keskin ve acımasız…. acımasız ve kibirli… kibirli ve güçlü… güçlü ve hükümdar. Bir boş anı yakalamaktı tek amacın. Bazı şeylerin gözden kaçabileceği suskun bir saniye; durgun ve kısa, kısa ve önemsiz, önemsiz ve küskün, küskün ve savunmasız, savunmasız ve çaresiz. O an hiç çelişkiye düşmeden bıçağı dayayacaktın boğazıma. Boğazım kendi halindeydi… ve hala ılıktı… ve soluğum aynı tempoda akıyordu içinden.

Doğrusu kim şüphelenir ki ölümden, korksa bile kim inanır ki senin yanında olabileceğine ölümün. Kim ölümü o kadar tanır ki. Hata ettiğim söylenemez, hata belki çok öncesinde her şeyin ama çoktan ihmal edilmiş, şüpheyi yok edecek kadar çok zaman geçmişti.

Büyük bir bilgelik ister cinayet, büyük bir tecrübe ve gerçek bir sebep. Ölümün elleri diğer ellerden hep daha güçlüdür ve her şeye hazırlıklı. Benim ellerim daha önce hiç böyle bir durumda kalmamıştı. Sana ulaşmaya çalışırken dokunduğu o aletin, sonu olabileceğini hiç düşünmemişti. Ellerim, ilk kez denediğinde bir şeyleri hep beceriksiz ve anlamsız davranırdı. Zaten kesici aletlerden oldum olası korkardı, yasaktan önce de yasaktan sonra da… O anda da kim bilir neyi arıyordu? Gariptir, her zaman ellerim neyi istediğini kalbimden daha çok biliyordu ve sanırım, o an korkuyu da ilk o duydu. Geri çekildi ve boğazıma yollandı.

Penguen gibiydim. Yüzümden derdim anlaşılmayalı yüz yıllar olmuştu. Her zaman herkese benzeyebilmek için evrimle yarışmıştım. Başarmıştım. Oldukça soğuk kanlıydım ve her an yanımdakine suçu atmaya meyilli. Bana sorarsan “yaşam bu demek”ti, aslına bakarsan komik görünüyordum, dönüp bir daha bana sorarsan “sadece herkes kadar komik”… halimden memnundum ve utanmadan kendimi tebrik ettim, derin bir gurur duydum. Sanırım başardığım şey, kendimi silmek olmuştu.

Bunu bilmek benim için bile fazlaydı. Bu durumda bilmeyi reddettim. Çok basit bir yoldan gidip çözüm buldum; “kendim ne yaptığımı bilmesem bile, sen ne yaptığını biliyordun” ve biz, birbirimizin omuzlarını yaslanabileceğimize söz vermiştik. Ben omuzu verecektim, sen yolu görecektin.

Her zaman için, eğer bir oyun oynamıyorsan ebe olma ihtimalin yoktur. Eğer ebe değilsen, bundan kurtulmaya çalışmazsın. Oyun yoksa mızıkçılık yapılamaz. Bilmiyorum, hala çözemediğim bir şeyler var. Oyun ne zaman başladı?

Soğuk bıçağı hissettiğim bir tek suskun saniye. Çaresiz boğazıma hükmeden ölüm; yabancı ve zalim, zalim ve kararlı, kararlı ve duygusuz, duygusuz ve umarsız… Elim karşı koyamadı, sadece boğazıma doğru yollandı, iki yanını bir arada tutabilmek için… Zavallı ve aptal.

 “Sen, ölümün elçisi, farkında mısın?

Yaptığının bir mantığı olmadığının, ölümün çok ağır olduğunun…

Tüm bunların unutulamayacağının, bitmediğinin, bitmeyeceğinin ve zaman geçtikçe her şeyin ortasında yamru yumru kalacağının, altından kalkamayacağının farkında mısın?

Yaşanan doğru değildi, peki, görevini yap.

Boğazım pek ılık… değil mi? Ev gibi, evin gibi, elini tuttuğumda elim gibi…

Bir şey söyleme çünkü amacını bilmek yapacağını bilmekten daha kötü.

Beni yok edeceksin bundan daha önemlisi, yok olmamı istedin.

Biliyorum ki, kendimi yok etseydim bu seni mutlu etmezdi.

Yap, benden daha çok yapmak istediğini benden daha önce yap.

Sakın korkma, bu basit bir karar, sadece duygularınla çizdiğin…

Soğuk ve keskin tüm diğer kararların gibi.

Zaten kasılmayacak boğazım, çünkü ölümün elleri ancak bu kadar güzel olabilirdi.

Halbuki ölüm için farketmez, onun için her zaman, her şey aynı.

Ve birazdan geriye çekilecek elim.

Böyle aptal görünüyor değil mi? Sanki engel olmak ister gibi.

İkimiz de biliyoruz oysa, şu an nerede olmak istediğini.

Gözlerim kapan, galiba bu dürüst yaşanacak tek bir an”

Tüm anların en anlamsızı, hatırlayacak o kadar çok şey var ki diyor beyin. Şu dünyadan giderken neler olduğunu hatırla, çünkü sonrası yok. Hep kurduğun hayallerinle dalga geçen son hayalinde sadece sahip olduklarını hatırla… Yanına hiçbir şey alamazsın. Bundan böyle hayal kuramazsın.

– Farkında mısın? Bu ölüm beni kurtaracak…

Elimin boynumdan kalkışı. Tüm vücudumun şahitliğine gerek yok. Boğazım bunu tek başına yaşayacak. Elim geriye kıvrılsın, kolu takip edip omuza değsin ve ölümü saçlarında beklesin. Tüm vücudumun acı çekmesine gerek yok. Boğazım bunu tek başına yaşayacak. Elim orada kalsın…

Hafif bir hırıltı, basit bir refleks… yine de acı var… yine de acı var. Elim her defasında olduğu gibi, ilkinde beceriksiz ve anlamsız… gittiği yolu geri dönüp boğazıma karıştı, kendi kanıyla tanıştı… sadece basit bir refleks, basit bir refleks…

Post navigation

Leave a Reply