1.     Sahne

DEKOR: Tamamı ile siyah bir sahnenin ortasında dev boyutta bir beynin iki lobu

(sahnenin dışından geldiği belli olan televizyon sesleri. Sürekli değişen seslerden birinin kanal değiştirdiğini anlarız. Kısa süre sonra televizyonun kapanması, elektrik düğmesinin kapanma sesi ve sonra sessizlik)

SOL LOB: Uçamıyorum ama düşebilirim.

SAĞ LOB: Ne tip bir argüman bu?

SOL: Öylesine. Sadece içimden söylemek geldi. Pozitif olmaya çalışıyorum. Kendimce bir yoldayım.

SAĞ: Olumlu bir şey değil ki söylediğin, sarkastik. Şevkat isteyen, yalnız, çaresiz ve zayıf.

SOL: Tüm bunları kabullenerek başlamam gerekmez mi?

SAĞ: İki kardeşin savaşı, iyi bir başlangıç değil bence.

SOL: İki kardeşin hala bir arada olması ve hala enerjilerinin olması da senin kötümserliğinin iyi yönü.

SAĞ: Hepsi zorlama, hepsi laf ebeliği, hepsi zavallı desem.

SOL: Bak bu esaslı bir lanetlik!

SAĞ: Bu noktada da takdir ediliyor olmam pozitif, değil mi?

SOL: Beni zorlamaya çalışıyor olman kendi içinde zavallıca değil mi? Madem acizim, bana karşı bir zaferin ne değeri olabilir ki?

SAĞ: Durumumun parlak olduğu iddiasında değilim

SOL: Bu cevap beni pek rahatlattı, kendinle çelişmiyor olman ne hoş.

SAĞ: Acınasılar dünyasında hallice bir hayatım var.

SOL: Sana söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Aferin, yine beni ikna ettin. Mutlu musun?

SAĞ: Ne münasebet. Sen neden sürekli senin ve benim eşzamanlı ve ortak istediğimiz bir şey bulmaya çalışıyorsun?

SOL: Eh, pek de anlamsız bir istek değil bu.

SAĞ: Ortak bir istek değil.

SOL: Senin istediğin ne?

SAĞ: Özgür olmak. Tüm bu davalardan, bu zavallılıktan, tüm beklentiler ve arzulardan ve lanet ihtiraslardan uzak olmak. Duymayan olmak, istemeyen olmak, sapasağlam olmak. Öylece, salt var olmak.

SOL: Aman tanrım.

SAĞ: Teşekkür ederim, bu akılcı tepki için.

SOL: Hayır, zaten yok ki hiçbiri hayatımızda. Neden kurtulmak isteyesin ki? Yükün ne? Seni bağlayan ne?

SAĞ: Sen ciddi bir pataloji mi bekliyorsun, gerçekleri kabullenmek için?

SOL: O zaman şöyle diyorum; oldu, tamam. Ne yapabilirim senin için?

SAĞ: Bunu yapma.

SOL: Neyi?

SAĞ: Benimle bir çocukmuşum gibi konuşuyorsun

SOL: Yuh, yeter, öleyim mi?

SAĞ: Lütfen, sadece bir kerecik zavallı olma.

SOL: Seninle iletişim kuramıyorum… Yok pardon… Sen kasten benimle iletişim kurmuyorsun.

SAĞ: Teşekkürler

SOL: Bütün sorumluluklar benimmiş gibi davranıyorsun. Sorun nerede, benim aramam lazım. Nasıl çözülür, bilmem lazım. Çünkü sen oralı bile değilsin. Çünkü özgür olmalısın. İyi o zaman. Özgürsün, bir daha canını sıkmayacağım bu zavallı şeylerle.

SAĞ: Bu defa olmadı.

SOL: Oldu bence. Senin ne istediğin umrumda değil artık.

SAĞ: Şimdi oldu.

SOL: İnanamıyorum sana.

SAĞ: Ben de senin söylediklerine inandığını düşünmüyorum.

SOL: Pes esiyorum, sözünü dinleyeceğim ama biraz zaman alacak.

SAĞ: Aferin sana

SOL: Kızmazsan bir şey soracağım.

SAĞ: Kızabilirim ama…

SOL: Tamam, yine de soracağım. Bunun sence faydası ne? Yine, bir şekilde, çözüm odaklı yaklaşım gereği sormuyorum bunu. Sadece seni tanıyorum ve bunun mutlaka bir beklentisi var ucunda. Bu işin ucunda bir havuç var.

SAĞ: Hiçbir şey. Yaşamın ya kendisini bekliyorum. Neyin ne olduğunu beklentisiz, sakince ve yalın görebilmeyi istiyorum.

SOL: Makul bir beklenti. Bunca zaman buna engel bendim, kabul ediyorum.

SAĞ: Bizdik. Benim paniğim sende yansıdı ama benimdi de. Seni durdurabilirdim ama yapamadım. Terbiyesizce izledim.

SOL: Ben seni sürüklemeye çalışıp beceremediğimi düşünürken, sen hep oradaydın aslında.

SAĞ: Sürükleniyordum

SOL: Ama her defasında direniyordun

SAĞ: Geriye dönüşte hep bir haklı çıkarabilmek için aramızdan. Barış için.

SOL: Çok hata yaptım mı?

SAĞ: Yaptık ama aksi mümkün değildi. Her şey doğal gelişti.

SOL: Ama mutsuz olduk.

SAĞ: Bezginlik, isteksizlik. Mutsuzluk değil.

SOL: Aynı sonucu veriyorlar.

SAĞ: Ah, evet, dünyada dürüstlüğe ödül yok değil mi?

SOL: Sen mi dürüstlükten bahsediyorsun.

SAĞ: Haklısın.

SOL: Lanet olsun, beni sürekli ve sürekli geriye çekişini hazmedemiyorum. Sırf haklı çıkmak için.

SAĞ: Yapmalıydım, çok mu kızgınsın?

SOL: Şimdi değil ama her seferinde kızgınlığı yeterince yaşamıştım.

SAĞ: Haklısın, istersen baştan düşünelim. Hamleleri tekrar seçelim.

SOL: Çok yoruldum. Senin şu yeni önerin dinlendirecek beni, daha iyi.

SAĞ: Bilakis yoracak, bana değil kendine karşı mücadele vereceksin.

SOL: Tecrübe olur.

SAĞ: Bu tecrüben var zaten korkarım.

SOL: Var ama zaten daha öncekilerde bu bir karar değil, bir mecburiyetti. Edilgendim, başka şansım yoktu. Sadece dayandım, istemedim.

SAĞ: Seçimimiz. Başaramazsan, bizim hatamız olacak.

SOL: O zaman şu anda hissettiklerim de ikimizin.

SAĞ: Hayal kırıklığı mı? Evet, hem de nasıl

SOL: Ne geçiyor içinden? Yine de sarılıp bırakmamak mı?

SAĞ: Sarılıp bırakmaması

SOL: Ne kadar boş şeylere tutunabiliyorsun

SAĞ: Tutunabilmek?

SOL: Tamam, anladım. Peki yapabileceğimiz bir şey var mı, ikna etmek için?

SAĞ: İkna mı, çok alemsin. Et diye bir film vardı, hatırlar mısın?

SOL: Tabi, içindeki ihtirası uyandır. Özgürlük çöpe!

SAĞ: Öyle soruya, böyle cevap.

SOL: Gerçekten bu kadar çaresiz olduğumuza inanamıyorum.

SAĞ: Pes et, pes et.

SOL: Çekiştirme yine, tamam ettim… Senin şu özgürlük ütopyan bizi nasıl koruyor aşktan?

SAĞ: Aşkın sarılacağı varsa kaçmıyor. Başka bir hareket yok, bir tek yerde duruyor. Telaş yok, kovalamaca yok.

SOL: Aman ne dürüstçe!

SAĞ: Sürpiz mi oldu?

SOL: Sence bunu becerebilme ihtimalimiz ne?

SAĞ: Acı çekeceğiz. Her esinti bizi titretecek.

SOL: O zaman?

SAĞ: Alışacağız. Olması gereken de bu. Kabulleneceğiz. Bizim dürüstlüğümüz orada, duracağız, bir gidip bir gelmeyeceğiz. Şimdi ki gibi kaymayacağız, kaykılmayacağız, kaypaklaşmayacağız. Sahtekarlık burada, biz korkup kaçabiliyoruz. Ama kaçanı anlamıyoruz. Biz, uzakta da olsa bir o noktadayız. Koordinatlar tanımlı. Oraya ulaşamayan, orada duramayanın sorumluğu olacak hayal kırıklıkları. Bir daha kendimizi yargılamayacağız. Bizi üzmek bile yaklaşmayı gerektirecek. Bizi sevmek, orada bizimle olmayı gerektirecek. Koşulsuz.

SOL: Bu özgürlük mü?

SAĞ: Bizim için evet, karşımızdaki için hayır. Bizi o noktada tutabilmeyi isteyecek. Bilmiyor ki orada kalacağımızı? Ama tutabilmek için, o kendi odağını değiştirecek.

SOL: Bu dürüstlük mü?

SAĞ: Al erdemlerini sür sürüştür her yerine dolan o zaman, bakalım ne işe yarayacak. Karşındakine de akıllı olma alanı bırak, onun hesabı ayrı. Kalmak istemezse kalmaz zaten, biz şimdiye kadar kimin yanımızda olduğuna emin olduk?

SOL: Anladım seni. Ama emin olamıyorum.

SAĞ: Ben de emin değilim, çok acı çekeceğiz daha. Ne demiştin sen ilk?

SOL: Uçamıyorum ama düşebilirim.

SAĞ: Şimdi bir anlamı var bu sözün benim için de.

SOL: Zavallı değil mi?

SAĞ: Gururlu, özgür…

SOL: Ben mi seni, sen mi beni ikna ettin bilemiyorum.

SAĞ: İlk söylediğinde sen de böyle mi hissetmiştin?

SOL: Bilmem, korkularımdan arındırmıştı beni ama…

SAĞ: Güzel, bir de şöyle bir etkisi yok mu; ne yapamayacağımı biliyorum ama yeni fırsatlarda yaşananları ikame edebilirim.

SOL: Hadi canım! Gerçek hayata uyarla bakalım.

SAĞ: Nasıl?

SOL: Zaman kazanmaya çalışma. Zaman kazanmaya çalışma.

SAĞ: Peki, şöyle; onu kaybettiğimi ve bir daha geri kazanamayacağımı biliyorum ama bu beni artık hep yakalandığım bir kovalamacadan kurtarıyor. Becerebileceğim bir başka ilişki için vaktim kalacak artık.

SOL: Bence ise, onu elde edemem kısmı doğru ama devamında ‘şu anın da değeri var’ diyor.

SAĞ: Zavallı!

SOL: Farkettim.

SAĞ: Şöyle değiştirsek; şu andan kaçamayacağıma ve hiçbir şeyi düzeltemeyeceğime göre yenilgiyi kabullenmeli ve kendimi bir süre dinlenmeye bırakmalıyım.

SOL: Düzeltemeyeceğine emin misin, demezler mi adama?

SAĞ: Hadi be ordan!

SOL: Peki, ısrar etmiyorum madem.

SAĞ: Uyuyalım artık.

SOL: Bu gece programda kabus varmış diye bir duyum aldım.

SAĞ: Of, bir bu eksikti. Hadi iyi uykular.

SOL: Sana da.

 

2.     Sahne

Bu kez bir mutfak içinde, kendi proporsiyonlarının dışında dev bir beyin

(yine sahnenin gerisinden gelen mutfak sesleri, bir tahtanın üzerinde bıçakla bir şeyler doğranmaktadır)

SOL :Öyle değil, patatesleri küp küp kesmelisin, yoksa pişerken erimez.

SAĞ: Nereden biliyorsun?

SOL: Ne biçim soru bu?

SAĞ: Demek istediğim, bu işi ilk kez yaptığıma göre sen de ilk kez yapıyor olmalısın.

SOL: Bu mantığa göre, benim az önce kurduğum cümledeki verilere sen de sahip olmalısın. Her şey tecrübe ile öğrenilemez.

SAĞ: Hiç de bu nesne nasıl doğranırmış diye düşünemem. Aptalım ben, istersen öyle düşün. Ama beni biraz rahat, kendi halime bırak. Görünmek istemiyorum zaten, fark edilmek, açık etmek istemiyorum sırrını. Buradayım, evet, varım biliyorum… ama bu sürekli bana hatırlatılacak bir şey değil. Hayatımı baltalamanı istemiyorum.

SOL: Hayatı bir parçayı geride bırakarak yaşayayız ki, benim de senin tecrübene ihtiyacım var, akıl vermene ihtiyacım var. Gözümü kapasam bile beni dinlediğini, dikkate aldığını hissetmeye ihtiyacım var.

SAĞ: Dinlediğimi biliyorsun.

SOL: Seninle konuşurken gözümü bile kapayamıyorum.

SAĞ: Güvensizlikten söz ediyorsun.

SOL: Rahat hissedememekten bahsediyorum sadece.

SAĞ: Nedeni anlayabiliyorum. Hiç unutmuyorsun tamam. Olmuş, bitmiş tüm olayların sorumluluğunu ben alıyorum, onlar benim suçum…

SOL: Ne oldu, neyin var? Bana anlatabilmelisin.

SAĞ: Lütfen rahat bırak beni.

3.     Sahne

Dekor: bir sokak dekoru içinde loblar yukarı aşağı titremektedir.

(sahnenin dışından sokak sesleri gelir. Yürüyen insanlar, dükkanlardan gelen müzik sesleri, arabalar…)

SAĞ: Sen de farkındasın, senin kurduğun hayallerin devamına ben girerim bazen. Sen saçma sapan şeyler hayal etmeye çalışırken, ben nifak atarım boğum boğum… “ne hoş olurdu…” dersin, sen bir an. Tedaviyi ret mi ediyorum diye duraksadığında ben girerim; “senin bir manyak olduğun tezini destekleyecek süper bir bulgu olurdu bu”…

SOL: Ama hayal bunlar, tabi hoş olmalı.

SAĞ: Seni deli etmiyor muyum?

SOL: Hayır, bunu neden yapıyorsun, neden beni sınıyorsun?

SAĞ: O sana gelip de “yuh artık, ne hayal ettiğine bak” dese, sen ona “evet, ne hoş değil mi…”mi diyeceksin?

SOL: İkiniz bir misiniz?

SAĞ: Aman da aman. Ne ona, ne de bana hiçbir şey diyemezsin, onurunu koruyamazsın sen.

SOL: Onur mu? Şizofren gibi konuşma, bana ukalalık etmene gerek yok…

SAĞ: Vay be meydan okudun öyle mi?

SOL: Hayır, senin aynan olacağım. Bir oyun gibi yani. Yoksa seninle aynı zekadayım, senden zeki değil. Böyle bir meydan okuma, sonu eşitlik olacak bir satranç maçına benzer ama biz çatlayana kadar inat eder oynarız.

SAĞ: Öyleyse bil ki ben de bir çözüm istiyorum ama bana aptalmışım gibi davranma, düşündüğün kadar düşünebiliyorum.

SOL: Sadece seni eleştirmek istiyorum, çünkü en iyi ben bilirim seni, çünkü ben senim…

SAĞ: Söyle…

SOL: Sen kabullenmeyensin, hiçbir zaman emin olmayan, sen karar veremeyensin ve bir karara yaklaştıkça zıttından yana olan, sen kendine güvenmeyensin, güvensizliği haklı bulan, sen istemediğini görmeyensin… Sen boş konuşansın.

SAĞ: Sen de kabullenmeyensin, hiçbir zaman emin olmayan, sen karar veremeyensin ve bir karara yaklaştıkça zıttından yana olan, sen kendine güvenmeyensin, güvensizliği haklı bulan, sen istemediğini görmeyensin… En boş konuşan.

SOL: Ne yapmalıyım o zaman?

SAĞ: Bu tuzağa bir daha düşmem.

SOL: Bunları artık tartışmamız gerekiyor.

SAĞ: Şimdi değil, sen bunları istersen tek başına mutlu mutlu tartış.

SOL: Bazen hayatta ben baskın oluyorum, o zaman senin yüzünden, gerçekten hiçbir şey olmuyor ama sen baskın olduğunda her şey hüsran oluyor.

SAĞ: Çünkü farkında bile değilsin, sen baskın olduğun zamanlar benim için sadece kuluçka ve gücünü toplama dönemi, çünkü beni şaşırtacak hiçbir şey olmuyor.

SOL: Sen şaşırmayı sevmezsin ki…

SAĞ: Ama ben seni şaşırtıyorum, sen sevmesen de.

SOL: Gördüğüm kadarıyla akıl yönü sende ağır… Sen kuralla öyleyse yaşamı.

SAĞ: İşte bu! Sorunun bu… Yine pes ettin… Neden?

SOL: Çünkü dilin incitiyor.

SAĞ: Bu benim dilim değil, uygun görülen rolüm, kurabileceğim tek repliğim. İkimiz de baskın olmasak; mesela dengeli ilerlese; sen saçmalamaya çalışırken, ben hiçbir şey yapmasam.

SOL: Olur, yalnızlıktan ölsek…

SAĞ: Öyleyse, mücadele etsek, ikimiz de baskın olmaya çalışsak?

SOL: Psikiyatra oyuncak olsak …

SAĞ: Ne yani birbirimizi anlamaya mı çalışacağız?

SOL: Bunu sonra konuşalım.

SAĞ: Sigara içmek istiyorum.

SOL: Plan bu muydu? Başardığını mı sanıyorsun?

SAĞ: Başaramadım mı?

SOL: Allahın belası.

SAĞ: Tamam, lütfen bir yere oturalım. Kendimi iyi hissetmiyorum.

(titreşim durur)

 SOL: Ne oldu?

SAĞ: Kızgınım.

SOL: Yapma ya… Halbuki ben de… Neyse, pardon.

SAĞ: Ne yapmaya çalışıyor.

SOL: Bilmiyorum. Kızdırmaya?

SAĞ: Keşke öyle olsa, keşke bundan emin olsam.

SOL: O zaman kızmazsın.

SAĞ: Hayır, tabi ki kızarım ama üzerine üzülmem.

SOL: Yani üzgünsün.

SAĞ: Galiba duygularımda yalnızım.

SOL: Hayır ama bunların olacağını biliyorduk ve bir karar vermiştik.

SAĞ: Düşmek.

SOL: Düşmeliyiz. Artık planlar yok, oyun bitti.

SAĞ: Tutunmaya çalışmak da yok.

SOL: Çaresiz.

SAĞ: Refleksleri kontrol edemiyorum ben.

SOL: Canın yanıyor olabilir ama devam etmelisin uğraşmaya. Refleklerimiz hayat kurtarmaz. Son anda direksiyonu kırmak gibi değil ki bu. Tutundun diyelim, çıkabilecek misin tekrar yukarıya?

SAĞ: Zaten sorun orada, bunu biliyorum ama adı üstünde; refleks!

SOL: Tamam merak etme. Sen tutunsan bile ben geri bırakacağım. Bir an bile düşünmeden.

SAĞ: Bu bir plan.

SOL: Bu bir çözüm, bir seçim

SAĞ: Uçurumun kenarında kalmayı reddetmek gibi.

SOL: Düşüyoruz.

SAĞ: Henüz tutunmadık.

SOL: Tutunacak yer var mıydı?

SAĞ: Hayır, bilmiyorum.

SOL: Hayır mı, bilmiyor musun?

SAĞ: Tutunamadım. Beceremedim, düşüyorum ama bunun zevkini, özgürlüğü yaşayamıyorum.

SOL: Ne olacak?

SAĞ: Düşeceğiz ve canımız yanacak.

SOL: Ama bir daha uçurumun kenarında kalmayacağız.

SAĞ: Uçurumun dibinde olacağız.

SOL: Yeşil mi?

SAĞ: Of, dalga geçme.

SOL: Rahat bırak kendini, ne olacağını göreceğiz.

SAĞ: Ne kadar zor biri o, değil mi?

SOL: Bu onun sorunu.

SAĞ: Emin değilim.

SOL: Öyle olmak zorunda. Tüm sorumluluğu alamayız. Neydi o; omni-potent, omni-present ve omni-scient.

SAĞ: Evet, bu bir şekilde bir ilişki. Ben düşerken, onun ilişkiye tutması gerekiyordu. Ama umrunda bile değil!

SOL: Belki de.

SAĞ: Ya itiyorsak onu şu an? Sevimsizsek?

SOL: Sevimsiziz tabi.

SAĞ: O çok mu sevimli? En ufak itişte bu kadar uzağa gidiyorsa, yuh zaten! Sevimli olmaya çalışıyor ama sevimli felan değil. Melek numarası yapıyor. Ama bazen numarasının ardından görünüyor yüzü. Onun hayatı devam ediyor. Bitti desek bir an bile düşünmeyecek. Dur demeyecek.

SOL: Emin misin?

SAĞ: Hayır ama görmüyor musun? Şu an nerede, ne yapıyor biliyor musun? Bir an bile aklına gelebileceğimizi düşünüyor musun?

SOL: Bundan iyi şartlara hiçbir zaman sahip olamadık ki. Üstelik hani uzakta ama tek noktada duracaktık. Giden gider, istediğinde gelirdi.

SAĞ: Ama uzaklaşırken de bize nedenini sorduğunda ne dediğimizi hatırlıyor musun?

SOL: Korkarım, evet; ‘Seninle ilgisi yok, bitince ben geri gelirim.’ Süper salakça.

SAĞ: Salakça, malakça. Bunu da kabul etmemişti ki.

SOL: Aklım karıştı.

SAĞ: Şunu demek istiyorum, kendi planımızda ilerlemedik. Herhangi tarafsız bir noktada, doğru yolda değiliz. Tamamı ile kaybolduk.

SOL: Tamam, yani o zaman onun da buna müdahale etmeyi akıl etmesi gerekir, değil mi?

SAĞ: Tam da onu diyorum. Ne malum kontrol edebildiğim, doğru yaptığım, ne yaptığımı bildiğim. Güven mi bu? Değil. İki kişinin ortak yönetimindedir ilişki. İlişkini diğerine emanet edip rant bekleyemezsin. Çünkü senin de yönetime katkın yoksa rant oluşmaz.

SOL: O zaman sana bir iyilik yapacağım. İlk fırsatta omni-potent olamayacağımı söyleyeceğim ona.

SAĞ: Plan yapmadan mı?

SOL: Plan yapmadan. Tamamen bana bıraktı ise yönetimde bir zaaf olduğunu bilmesi lazım.

SAĞ: Doğal yollarla yapamazsan ısrar etme.

SOL: Düşmeye yoğunlaşıp hayata devam.

SAĞ: Hem düşüp hem de dünyayı kurtaramayız.

SOL: Panik yok, düştüğümüz yer iğrençse gücümüz yerine gelince tekrar kalkıp yürümeye devam ederiz.

SAĞ: Üstümüzü silkip, uçurumu unutup, kot farkı korkusu yerleşik bedenimizle.

SOL: Aşkı kaybetmiş, gideni affetmiş…

SAĞ: Aşkı yüceltmiş, korkuyu altetmiş…

SOL: İnsanca, garipleşmeden, inatlaşmadan…

SAĞ: Konuşurken onunla geriye dönemeye çalışmayacaksın değil mi?

SOL: Sadece kurtulmak istiyorum bu çıkmazdan.

SAĞ: Bu pek net değil.

SOL: Ulaşamadığım, ulaşamayacağım bir şey için savaşamam. Onun istekleri artık umrumda değil.

SAĞ: Emin misin?

SOL: Galiba. O beni sevmiyor.

SAĞ: Aslında seviyor.

SOL: Benim istediğim kadar değil.

SAĞ: Bu onu cezalandırmak için iyi bir neden mi?

SOL: Cezalandırmıyorum ki onu. O da öyle düşünmeyecek.

SAĞ: Ama ne yaptığını anlamayacak.

SOL: Umrunda olmayacak.

SAĞ: Sormayacak bile.

SOL: Bunlar onun da sorunu olmalıydı ama değil. Oturup düşünecek bir şey yok.

SAĞ: Korkmuyor musun?

SOL: Düştüğüm durumdan nefret ediyorum. Hala kaybetmekten korkuyorum. Bu kaybettiğimi hala kabullenmediğimi gösterir.

SAĞ: Zaman çözer, en azından patalojiyi ortaya çıkarır. Böyle dönüp durmaz her şey.

SOL: Şimdilik sürüneceğiz.

SAĞ: Evet.

SOL: Kalk artık, eve gidelim.

SAĞ: Hadi.

4.     Sahne

Bir projeksiyonla perdelere yol görüntüleri yansıtılır. Belli ki bir arabanın içindeyi. Loblar aynı.

(Sahnenin dışından bir araba radyosu ve arabanın içinden duyulan motor sesleri gelir)

SAĞ: Günaydın. Durum ne?

SOL: Çarpık. Söyleyemedim, söylemem gerekenleri. Can sıkıcı.

SAĞ: Sen nasılsın?

SOL: Çarpık. Hala hayal kuruyorum.

SAĞ: O nasıl?

SOL: Kim bilir? Kendisi ve aşkları ile. Kafasında ne dönüyor bilinmez.

SAĞ: Ne korkunç şans.

SOL: O ne diyor acaba benim için?

SAĞ: Acıyordur bu ölçüsüz tanımsız duruma.

SOL: Ne net bir sorun olduğundan emin, ne her şeyin yolunda olduğundan. İzliyor, bu kararından da çok memnun.

SAĞ: Müdahale edemez, etme dedik. Her dediğimize karşı çok duyarlı ya. Pek saygılı.

SOL: Ama her an son müdahaleyi edebilir. Pasif veya agresif bir yolla.

SAĞ: Konuşsak açıkça, bundan memnun olur mu?

SOL: Bizi buna zorluyor olabilir mi? Tabi ki memnun olur. Madem zarar veriyor, bana mutluluklar diler çekilir.

SAĞ: Ee, bunun ne mahsuru var?

SOL: Yöntem olarak, bunu yaşamamanın yolunu arıyoruz. Seneler sonra onu düşündüğümüzde, öyle bir anı kalmasın istiyoruz.

SAĞ: Peki kendi gitmek isterse?

SOL: Tutamayız. O an neremize denk gelirse, öyle şekillenir her şey. Belki ona kızarız bile.

SAĞ: Dürüstçe değil, yine berbat.

SOL: Kırmızıda geçtin.

SAĞ: Pardon. Dün o tipe nasıl kur yaptığını gördün mü?

SOL: ‘Vızlıdanıp duracak mısın sonsuza dek, derdini söyeyecek misin?’ diye açsak konuyu.

SAĞ: O sadece taşlara sürtünerek parçalanan bir et sesi duyar.

SOL: Ne giriş ne de çıkış yolu var. Böylece kalakaldık.

SAĞ: Evet, bu düşmek değil galiba. Bir nebze bile olsun özgür hissetmiyorum. Bir hata var.

SOL: İnanmadık demek ki eyleme.

SAĞ: Çin işkencesi gibi. Tekrar edip duralım. Tüm hücrelere nüfuz edene dek. Hadi başla!

SOL: Hayatta karşılaşılabilecek en berbat aşk modeli bu. Çaresi olmayan, şekiller ve roller arasında sıkışmış, anlamsızlaşmış bir hibrit model. Bir illet. Belirtili nesne ise zaten illetlere bağlanmaya namzet. Deli etmeyi ve zorlaştırmayı seviyor. Bizim oynamayacağımız her türlü oyun, onu sözlüğünde legal. . Biz bu şokla, hem her şeyi kendi normlarımızda tutmaya çalışırken bir yandan da o normların ne kadar genleşebileceğini anlamaya çalıştık. Kendimizi aşan tatlı hayaller kurduk ama gerçekte ne tattalar hiç tahmin bile edemezdik. İşbu halde, iki arada bir derede kaldık. Kah o yöne, kah bu yöne yollandık. Bir karar vermek zorundaydık. Doğru karar kabak gibi ortadayken, nereden kaynaklandığı belli olmayan entegre bir umut huzmesi, bizi bir şekilde o kararı vermekten alıkoyuyor. Bu da ikincil bir tehdit daha oluşturuyor. İkincil mantıken ama ana sorun kadar nicelikli acı veriyor. Şimdi, hem ne yapacağımızı bilmiyoruz –ki esas mesele budur- hem de nasıl yapacağımızı. Kararımızı nasıl uygulayacağımızı belirleme çalışmamızda aklımıza dolanan entegre umut, sürekli yeni bahaneler, rasyoneller ve sebepler geliştirebilecek kadar organik bir yapıya da sahip. Özenle nesnenin davranışlarından kendini destekleyen çıkarımlarda bulunup ortalığı bulandırıyor. Bu durumda düşündük taşındık ve objektif bir karar verdik…

SAĞ: Enikonu düzgün bir yol, bir açıklama, bir haklı neden bulmaktansa, büsbütün bilinçsiz ve seviyesiz bir biçimde kendimizi yabancılaştıracaktık. Bu yabancılaşma süreci içinde, belirtili nesnenin duruma nasıl tepki vereceğini gözlemleyecektik. Bu umuda karşı ve onun onaylamayacağı bir karar değildi. Eğer umut haklıysa, nesne duruma müdahale edecek ve sorunun çözülmesine neden olacak adımlar atmak durumunda kalacaktı. Ama eğer umut haksızsa, çözülme kendiliğinden gerçekleşecekti. Adım atılması gerekmeksizin. Sadece pasifleşerek, hiçbir şey olarak.

SOL: Ancak bu teoride mükemmel plan, pratikte bizi zorluyor. Çünkü şizoid davranışlar ortaya çıkmaya başladı. Nesne tanrısal bir sabırla direniyor veya olanların farkında bile değil. Bu durum bizi, iyice gerginleştiriyor ve paniğe sürüklüyor. Sürekli hata yapıyoruz.

SAĞ: İşte bu hataların tekrarının önlenmesi gerekiyor. Çünkü nesnede tık yok. Zaman boşa geçiyor ve her şey patetik bir hale dönüşüyor. Doğru ya da yanlış, verilmiş bir karar var. Bu kararı verme sürecinde yeterince konuşuldu, tartışıldı. Aynı aşamalar yaşanmayacak. Üstelik, biz böyle tutarsız davranmayı sürdürürsek nesne de net ve sağlıklı bir karara varmakta zorluk çekecek. Anarşi yaratmak değil amacımız.

SOL: Yaşananlar sadece bizim sorunumuz olmamalı. Nesne de sorumluluk almalı. Onun herhangi bir şikayeti yoksa, ona uzaklığımız düşündüğümüz kadar dramatik değil demektir. Biz, bu uzaklıkta bile mutlu olamayız. Mutlu olamadığımız yerde de kalmaya çalışamayız.

SAĞ: Güzel söyledin.

SOL: Sen de güzel park etmişsin.

SAĞ: Hadi o zaman, tüm gücümüzle, yeniden!

Post navigation

Leave a Reply